Bu hafta Açık Bilinç'te Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Ferda Keskin'le siyaset felsefesi hakkında konuştuk. Neoliberal sistemin açmazlarını, yükselen sağ, milliyetçi muhafazakâr hareketlerle küresel kapitalizmin çelişkilerini ele aldık.
Neoliberalizmin ekonomik ve siyasi kriziyle sağ muhafazakarlığın yükselişi arasındaki bariz bir ilişkiyi, günümüz siyaseti açısından nasıl anlamalıyız? Dünyada yükselen "güçlü lider" örnekleri bu ilişkiye ışık tutuyor mu? Krizin gidişatı nereye? Ferda Keskin bize anlattı.
Dr. Ferda Keskin, Bilgi Üniversitesi Felsefe ve Toplumsal Düşünce Yüksek Lisans Programının kurucusu ve direktörü. Çalışma alanları: Foucault, Toplum ve Siyaset Felsefesi, Etik, Edebiyat ve Felsefe.
Neoliberalizm ve küresel kapitalizme geçmeden, dünya literatürüne "küresel modernite" kavramını kazandıran ve geçen hafta eserlerinden söz ettiğimiz Arif Dirlik'i analım: Tarihçi Arif Dirlik'i Anarken
Neoliberalizm hakkındaki bir tartışmaya, bu terimi tanımlayarak başlamak en doğrusu olur. Fakat neoliberalizm kavramının herkesin üzerinde anlaştığı tek ve kısa bir tanımı yok.
Hatta, 1980-2004 arasında yayımlanmış 148 akademik makaleyi tarayan bir yazı, neoliberalizm kavramında 1930'lardan bu yana olumludan olumsuza doğru bir çağrışım kayması ve üzerinde konsensus sağlanamamış bir anlam çeşitliliği olduğunu iddia ediyor.
Öte yandan, neoliberalizm teriminin, 1990'lardan itibaren giderek yükselen bir sıklıkla kullanıldığı da görülüyor. Bu anlamda, neoliberalizm kavramının, dünyada son birkaç onyıldır yaşanan gelişmeleri yansıttığı ve önemli olduğu, açık.
Temel bir tanım yapmaya çalışayım: Neoliberalizm, 19. yüzyıl liberal ekonomik kuramlarının 20. yüzyılda, içinde insan doğası ve ahlak gibi alanları da barındıracak şekilde, çok daha geniş kapsamlı bir anlayışa, bir dünya görüşüne, bir tür mega-proje'ye dönüşmüş halidir.
İçinden geçmekte olduğumuz dönemlerde zirve yapmış olan neoliberalizm, insan davranışı ve refahı konusunda iddialar barındıran, ekonomiden çıkarak felsefe ve psikoloji tezlerini de içine alma hevesinde olan, ama aslında sunduğu görüntüyle gerçekliği arasında uçurumların varolduğu bir anlayış. Bu anlayışın 3 temel sacayağı var:
1.Devletin esas işlevi, mülkiyet hakkı ve serbest pazarı korumaktır.
2.Yönetimin kollaması gereken ilkeler, girişimcilik ve rekabettir.
3.Sosyal refah devleti olabildiğince küçültülmeli ve tüm ülkeler bu küresel sisteme eklenmelidir.
Bunlar hayli genel geçer ilkeler olsa da, neoliberalizmin felsefi ve psikolojik önkabulleriyle birleştiğinde, ortaya çok kapsayıcı bir anlayış çıkıyor. Mega-proje diye nitelemem, bundan.
Örneğin, neoliberalist yaklaşım, toplumsal refahı yükseltecek en önemli faktörün serbest pazar ekonomisi olduğunu, çünkü yoksul kesimin ihtiyaçlarının en iyi (kendisine ne idüğü belirsiz bir tür öznelik atfedilen) serbest pazarın "görünmez eli" tarafından karşılacağını varsayıyor.
Bu önkabulden hareketle, sosyal hizmetlerin azaltılması, varoluş sebepleri kamu yararına hizmet olan kurumların devlet eliyle desteklenmemesi gibi politikalar meşru gösteriliyor.
Oysa, unutmamak gerekir mi, neoliberal yaklaşımın söz ettiğim türden önkabulleri, birer önkabul, yani sınanmış iddialar değil varsayımlar olmaktan ibaret. Dünya çapında toplanan yoksulluk ve eşitsizlik verileri, neoliberalci varsayımların yanlışlığını ortaya koyuyor.
Neoliberal sistemin küresel düzeyde yarattığı eşitsizliklerin en bariz örnekleri, başka kaynakların yanı sıra, 2018 "Dünya Eşitsizlik Raporu"nda (World Inequality Report 2018) bulunabilir.
Örneğin, neoliberal politikaların dünya çapında etkili olmaya başladığı 1980li yıllardan bu yana, dünyanın en zengin %1'lik kesiminin geliri ikiye katlanmış.
Burada da, 2016 itibarıyla, dünyadaki gelir dağılımında, en tepedeki %10'luk kesimin, ulusal servetin ne kadarına sahip olduğunu görüyoruz. Batı Asya'da bu oran %61'e kadar çıkıyor.
Bu tür veriler, neoliberal anlayışın sunduğu görüntüyle gerçekliği arasında uçurumların olduğunun gerçek göstergeleri. Sosyal refah yükselmiyor, insan mutluluğu artmıyor; yalnızca zenginler daha zenginleşirken, yoksullar daha yoksullaşıyor.
Üstünde durmamız gereken bir başka veri: Neoliberal yaklaşımı benimseyen ülkelerde sosyal hizmetler azaltılırken, devlet eliyle beslenen bir başka kurumun bütçesinde genellikle artış gözleniyor: Kolluk kuvvetleri!
Çünkü, toplumun yalnızca çok küçük bir kesiminim yararına olan politikaların sağlama alınması, neoliberalizmin sürdürmeye çalıştığı görüntünün altındaki sahtekarlığa isyan edecek kitlelerin zapturapt altında tutulması için, yoğun propogandanın işe yaramadığı yerlerde, güçlendirilmiş kolluk kuvvetleri elzem.
Çağdaş anlamda neoliberal uygulamaların ilk büyük projesinin, eline binlerce kişinin kanı bulaşmış olan diktatör Pinochet tarafından yönetilen 1980'leri Şili'si olması, tesadüf değil.
Tabii okyanusun karşılıklı iki yakasındaki en büyük sorumluları unutmamak lazım. Neoliberal yaklaşımın benimsenmesi ve 3. dünya ülkelerine kimi zaman zor yoluyla dayatılmasında en büyük rol, 1980lerin yükselen muhafazakar dalgasının başını çeken Thatcher ve Reagan olmuştu.
Son olarak, neoliberalizmin felsefi ve psikolojik iddialarına bir daha bakalım. Burada, insan davranışını anlamak için en iyi rehberin, pazar ekonomisine işlemler bütünü olduğuna dair bir önkabul var.
Yani, serbest pazar, neoliberalizmin iddiasına göre, toplumsal refahı maksimize ederken, bir nevi ahlaki yol gösterici görevi de üstleniyor.Neoliberalizmin yalnızca bir ekonomik kuram değil, insan hayatının bütününü kapsayıcı bir yaklaşım olma iddiası, bu tür önkabullerde yatıyor.
Yarınki programda, neoliberalizmin ne olduğunu konuşmayacağız. Daha ziyade, Ferda Keskin'in, neoliberal yaklaşımın hem siyasi hem ekonomik bir kriz içinde olduğu tezini tartışacağız. Bu girişi, yarınki tartışmaya bir arkaplan oluştursun diye yapmaya çalıştım.
Not. Neoliberal anlayışın doğuşu, ilkeleri, ve uygulamaları üzerine daha detaylı bilgi için, örneğin, sosyal kuramcı David Harvey'nin Sel Yayıncılık tarafından Türkçe yayımlanmış kitabı "Neoliberalizmin Kısa Tarihi"ne bakılabilir.
Ferda Keskin, şu soruyu soruyor: Neoliberalizmin 1980'lerde yeşerdiği en önemli iki ülke olan İngiltere'nin Brexit, A.B.D.'ninse Trump başkanlığı kararları, günümüz itibarıyla ne ifade ediyor? Bu neoliberal yaklaşımın bir zaferi mi, yoksa bir kriz işareti mi?
Keskin'e göre, ortada derin bir kriz var. Ve bu krizin kaynağını, küresel neoliberal ekonomik ilkelerle, yükselmekte olan sağ ve yerli muhafazakar siyaset arasındaki çelişkide tesbit etmek mümkün.
Bir yanda, toprak temelinde tanımlanmış hükümran bir devletin sınırlarına geri dönmeyi ve o topraklarda doğmuş olmayanları dışlayan, içe dönük, "yabancı düşmanı" yeni bir tutum var. İngiltere'de Brexit ve A.B.D.'de Trump'ın başkan seçilmesi, bu siyasi tutumun ifadesi.
Öte yanda,küresel neoliberalizmin asli unsuru olan sermaye ve işgücünün (işlerin düşük ücretli emeğin varolduğu yoksul ülkelere nakledildiği)"dolaşım özgürlüğü" ve onun gerektirdiği yönetim modeli söz konusu.
Bu iki cephe arasında kaçınılmaz bir gerilim olduğunu görmek zor değil.